17 Eylül 2014 Çarşamba

gecenin karanlığında zifiri saçların düştü aklıma
günün ışığında kahve gözlerin 
gülüşün değdi kalbime
baharı müjdeleyen gülüşün
ucundan tutuştu da yüreğim
ses etmedi

7 Eylül 2014 Pazar

   Sevmek bu kadar yorucu olabilirdi. Bu kadar öldürücü, bu kadar eziyetli ve bunca güzel. Bir lütuf aşk. Bir sınav. Bir mucize. Kalbe peşi sıra baharı sürükleyip incir ağaçlarını yeşertebilecek kadar güzel; kışın ortasında çırılçıplak bırakabilecek kadar acımasız. Mini bir savaş. Pasif bir direniş. Bir ödül. Bir ceza. Bir kıyamet yasemin çiçeği tadında...


   
   Kulaklarına kadar uzanan, kumral, insanın aklını karıştıracak kadar dağınık bukleleri, fırtınayı izlerken içilen sıcacık kahve tonunda gözleri vardı. Gül yapraklarını kıskandıran dudaklarında ki her tebessüm o mucize gözlere ulaşmaz, asılı kalırdı.
   Sinirli ve mutsuz olduğunda bağırır; iyiyken öperdi. Öptüğünde mideme kelebekler doluşmaz, kıyametler kopmazdı. etrafı dinginlik kaplar, sakinleşirdim. Onu düşünürdüm. Başparmağındaki yaranın neden açıldığını, kirpiklerinin gözlerini nasıl güzel örttüğünü düşünürdüm. Büyük, yumuşak ve erkeksi ellerini tutmanın nasıl bir hediye olduğunu anlamaya çalışırdım, o beni öperken. Haberi olmazdı. İçimi titrettiğinden, saçlarıma vuran nefesinin yaşattığı dört mevsimden bihaberdi, güçlü parmakları elmacık kemiklerimde dolaşırken. Vatanım olduğunu bilmezdi.